5 Ocak 2012 Perşembe

beyaz adam günah çıkaramazken


elde bir film var ama amaç filmin kendisini eleştirmekten ziyade onun okuması üstünden içinde yaşatıldığımız sömürgeciliğin ortak karakterini, ortak davranışlarını görmek: L'ennemi Intime. filmin sonundaki ibare aslında filmin bakış açısının da özeti: “fransa ancak 1999 ekim’inde Cezayir’de yaşananların bir savaş olduğunu kabul etti.” bu kadar geç kabul edilen bir savaşa bakışta da körlükleri normal karşılamamız gerektiğini düşünmeliyiz o durumda. elbette ki sömürgeciden savaşarak kurtulmuş bir ülkedeki sömürgecinin son günlerini beyaz adamın görkemli sömürgeciliği şeklinde sunmak kör göze parmak olacağından pek de uygun kaçmazdı. beyaz adamın formülü hazırdır: kendi yaratısı olan bir kirli savaşın içinde bile kendi “yüksek uygarlığını”, “yüksek insanlık değerlerini” ortaya koymak; işgal ettiği topraklardaki zulmü aklamanın anahtarıdır. gerçeklik ters yüz edilmiş ne çıkar; önemli olan sömürgecinin günün sonunda zeytinyağı misali üste çıkabilmesidir. bu maharetin parlak bir örneği olan filmde bu durum bir karşıtlık üstünden sunuluyor ve aslında içinden geçtiğimiz günlerin derin Kürt meselesi nasıl çözülür üzerine tvlerde çınlayan, gazetelerde vızıldayan ve her seferinde aynı çözümsüzlüğün başka bir pakette sunumundan ibaret tc beyaz adamının mantığını okumak açısından da yardımcı oluyor. filmde fransızların fransızları ve Cezayirlilerin Cezayirlileri öldürdüğü bir savaş resmi çiziliyor ki hem böylece kirli savaşın suçları da tıpkı Kürdistan’daki savaş suçlarının uzaylılara havale edilişinin adı olan “fail-i meçhul” sınıflandırmasında görülebileceği gibi fenomen olarak raflarda çürümeye itinayla bırakılabilmesi için zaten beyaz adamın kanlı canlı müttefiki olan beyaz izleyici ikna edilmiş oluyor. fransız askerlerinin profesyonel olmayan bir komutanın harita hataları yüzünden dost ateşinde ölmesi, fransız askerleriyle çalışan eski savaşçıların çift taraflı çalışmaları, gözünün önündeki çatışmaya müdahil olup bütün bölüğünü kaybetmektense yardıma gitmeyen ve hava desteğini çağıran bir takımı feda etmeye hazır daha üst komutanlar gibi sahnelerde ben bu filmi bir yerde izlemiştim demek mümkün. aklımızda taraf gazetesinin başını çektiği yeni hegemonyanın uzaktan askerlere akıl bahşederek 30 yıllık savaştan bunalan türk halkını bir kez daha (tüh ergenekoncular PKK’yi destekliyorlar, gördünüz ses kayıtlarında heronlarımızdan bahsediyorlar), son bir kez daha (zap’ı alırdık ama büyükanıt olmasa), en son bir kez daha diyerek yine, yeni, yeniden savaşa motive etmesini anımsatıyor. saçmalama niye böyle yapsınlar diye soracaklar için önden yanıt veriyorum yenilmiş olmak önemli değil önemli olan her durumda kuyruğu dik tutmaktır: bkz. vietnam konulu her biri gerçek bir sömürgeci/işgalci klasiği olan holywood şaheserleri. bu tarz filmlerde klişe kitlelerin aklında aslında biz bu savaşı kazanacağız (köklerini kazıyacağız) bak ne kadar iyi adamlarımız var ama içimizde bu işi bilmeyenler var aha bak bir bilemedin iki kötü subay şeklinde ucuz bir tekrara sahiptir. savaş beyaz adamın görkemli sömürgeciliğinin olmasa da uygarlığının, insanlığının. hele savaş uçaklarının sunduğu hava desteğinin tüm direnişçileri yok etmeyi hedefleyen gerekirse bir kaç fransız askerini feda etmeyi de umursamayan napalm bombaları olduğunu gördüğünüzde fransız subayın yaldızlı görünümünü kazıdığınızda karşınızda kimyasal necdet'i bulmanız an meselesidir. Cezayirli imgeleminin korkunçluğu ile tc medyasının düşük yoğunluklu haber konsepti arasındaki benzerlik düşündürücüdür. Anadoludan Görünüm Cezayir’den bildirse bu kadar olurdu diye düşünmemek elde değildir.  Vahşi olan Cezayirlilerdir-“fellahlar” sırf sigara içiyor diye başka bir Cezayirlinin burnunu kesmektedir, köyü basmakta kadın çocuk herkesi öldürmekte yetmez parçalamakta, çırılçıplak kadın ve çocuk ölülerini ortaya bırakmaktadır (tabii vahşet görüntülerinin izleyiciyi sindireceği açık olmasına rağmen sömürgecinin küçük mantık hatası: bütün köyün öldürüldüğü anlatılır oysa köyde neredeyse hiçbir genç erkek yoktur ve hatta bir kısmının da savaşçı olduğunu zaten bildiğimiz bir köye saldıranlar kendi kardeşini kesmektedir), savaşçılar kılık değiştirmekte hatta kadın kıyafetleri giymektedir, arkadan vurmanın kralını arkadan kocaman pusu atarak yapmaktadır, garip bir dille konuşmakta, ölülerini bile garip bir şekilde gömmektedir (o kadar ki her fransız “şehit” için düzenlenen askeri törenlerin hemen ardında Müslümanlar kendi cenazelerini gömmektedir), FLN esirlerine işkence yapanlar ya da sorgusuz katledenler bile Cezayirlidir. işkenceye katılan fransız askerler sadece üst rütbeli soruşturmacılardır ve zorunlu kaldıkları için bunu yapmaktadırlar. korkunç vahşi Magribli imgelemi sayesinde işkence bir zorunluluk haline getirildiğinden elbette ki seyirci için umursanacak, ahlaki olarak değerlendirilmeye değer bir insanlık suçu olmaktan çoktan çıkmıştır. 
 
oysa ne de iyi ve güzel ve şekerdir beyaz adam; gönüllülük esasıyla bu topraklara “görev”e gelmektedir. her gün sevgililerine mektuplar yazacak kadar romantik, savaşı ortasında arkadaşlığa güzellemeler düzen filmler yapacak kadar sanatçı, çocuklarının resimleriyle kırık dökük karakolları süsleyecek kadar ailelerine düşkündürler. ve o kadar düşkündürler ki sırf artık kandan kirlenmiş olduklarını düşündükleri için izinlerinde ailelerini uzaktan izleyip yanlarına uğrayamayacak kadar insandırlar. binlerce km uzakta artık hiçbir bağları kalmamış Indochine’deki (Vietnam’a fransız sömürgesi olduğu dönemde verilen ad) eski eşlerine hala nafaka gönderebilmektedirler. 

 
gerçeği örtmenin bir aracı olarak harkileri (işbirlikçi Cezayirliler) bir örnekle ve tabii ki sömürgecinin yücegönüllülüğünde kimliğini gizleyerek sunulan filmde fransız sömürge savaşlarının daha ünlü bir yüzü olan paraşütçüleri de izleyicilerinden sakınmaktadır. belki de paraşütçülerin yaptıkları katliamları kapatamayacağını düşündüklerindendir kim bilir? neyse ki film boyunca yeterli miktarda Cezayirli savaşçı etkisiz hale getirilmektedir; tabii bunların napalm kullanılarak öldürülmelerinde sorun yoktur, kurşuna dizilmelerinde de. Arada bazı talihsiz “sivil ölümler” meydana gelse de bunlar savaşın dehşetinin beyaz adamda yarattığı travmadan kaynaklanır. ama film boyunca asla H. Alleg’in La Question‘da anlattığı türden bir işkenceci fransızla karşılaşmayız çünkü işkence hep bu Cezayirlilerin vahşetini durdurmak için yapılmaktadır; “yoksa başına gelecek şeyi biliyorsunuz”la tehdit edilen bir köye rağmen kitle katliamlarıyla da. oysa sömürgeci mekanizmanın bazı yönelimlerinde özgünlük ve veya çeşitlilik olmasına karşılık baskıcı doğasının Vietnam’dan, Cezayir’e, Angola’dan Kürdistan’a pek değişiklik görülmez. Sömürgecinin reçetesi pek bir aynıdır. işkencenin sınırsız ve ölçüsüz kullanımı, yerli halktan işbirlikçiler ve onların mihmandar ve rehber gibi yarı turistik görevlerin ötesinde izsürücü, gözcü, nöbetçi, işkenceci, katil cinsinden operasyonel istihdamı gibi. Kürdistan için 93 konsepti olarak iyi tanımlanmış ve belgelenmiş “devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidir” kategorisinde örtbas edilmiş savaş suçlarının yönetici ve yönlendiricisi resmi zevatın Kürtler vd. odakları devletin bekası için daha iyi ve elbette ki daha sert çözmek çizgisinde darbeci kliklere ve ergenekon’a dönüşmesi ile Cezayir halkının özgürlük mücadelesine karşı resmi kılıfla kurulan OAS’ın bir zaman sonra de Gaulle’in başına bela olması; onun yöntemlerini yeterince sert bulmaması sonucunda darbeye yönelmesi sanki tuhaf bir rastlantı değil de yeryüzünün her bir toprağında sömürgecinin reçetesinin de, yan etkilerinin de ortak olmasından kaynaklanmaktadır.

ve elbette ki beyaz adam geleceği de görmektedir. örneğin Cezayir’in neden Fas ve Tunus’a özgürlüğü verilirken serbest bırakılmadığını soracak kadar açık görüşlüdür. yanıtını ise paylaşım savaşında gestapo’nun işkencelerinden sağ çıkmış bir diğer fransız verecektir: “Cezayir fransadır.” peki o zaman neden onlara eşit yurttaş hakları verilmemektedir diye diretir ama 1830’da işgal edilen Afrika toprağının 130 yılda nasıl fransızlaştığını sormak aklına gelmez hem zaten bu demokrat tavırla en iyi şekilde de savaşacaktır. bu demokrat asker bir yerlerden tanıdık gelmektedir ama nereden? ve gün gelecek savaşın kaybedilmiş olduğunun da bilinciyle kaçacaktır komutanı onu ararken (ve elbette “kahpe kurşun”la üstelik zamanında hayatını kurtardığı çocuk eliyle) ölecektir ama ne gam daha az hatalı, iyi sömürge askerinin kahramanca savaştığı bilgisinin çiğliğinde ve onun aslında boşa savaştık diyen bilgeliğinde katharsis kollarını açmış beyaz efendinin torunlarını kucaklamaktadır les couleurs’in kutsallığında. filmin sonuna serpiştirilmiş ansiklopedik bilgi de bu durumda anlamını yitirmektedir: Cezayir’de 300.000 ile 600.000 arasında insan hayatını kaybetmiştir. talihsizliğe bakın ki şu demokrat ve profesyonel askerlere rağmen ölen yerli insan sayısında birkaç yüz binlik ufak bir bilinmeyen bile bulunmaktadır. elbette ki bu kadar ölümün nasıl gerçekleştiğini ne savaş sonrası bir bakış olan L'ennemi Intime’de ne de savaşın içinde bir bakış olan Nefes’te söylemekte ısrarlı olacaktır beyaz adam. çünkü ne hakikatler kurgudur, ne de filmlerden hakikatleri araştırma komisyonu sonuçları üretmek mümkündür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder