18 Ocak 2012 Çarşamba

sogomon tehleryan'lara ve nemesis'lere gerek kalmasın diye


Hrant Dink 10.01.2007 tarihinde Agos’ta yayınlanan “ruh halimin güvercin tedirginliği” başlıklı yazısında “...evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz…” diyordu naifçe ve kabullenilmiş bir ürkeklikle. oysa kendi halkından yüzbinlerin katledildiği bir ülkede soyu 92 yıl sonrasına uzanabilmiş “şanslı azınlık”ın bir üyesi olarak geçmişin kara yazgısından kurtulmak için geleceğe bakmak sadece naifti. siz ne kadar unutmak isterseniz isteyin, size düşmanlık edenlerin dilinde; bir halkın adı olarak Ermeni bir küfür tamlamasına sıfat oldukça da bu geleceğe umutla bakma her daim bir ihtimal olmaktan öteye gitmeyecekti. türk devletinin resmi makam odalarında, bizzat resmi görevlilerince; türk basının köşelerinden, manşetlerine tehdit edilen bir insan; kurda kuzu emanet etmekten farksız bir şekilde o ülkede güvercinlere dokunulmadığını varsayıyordu. ama güvercinlere dokunulmayan o ülkede kendi halkını katledenlerle barışmaya; hatta geçmişin üstüne sünger çekip "bir arada geleceğe" en hazır kişilerden biri olarak önce türklüğe hakaretten yargılanıyor, sonra da kararı onanıyordu. kendisi tüm bu yargılama süreci boyunca da aynı naiflikle yaklaşsa da güvercine "bak yoksa kafese" mesajını iletiyordu yüce tece. işte bu hatalı varsayımdır hrant dink'in katledilmesine yol açan. 19 ocak günü haberi duyanların yüzündeki şaşkınlığın nedeni de aynıydı. böylece 92 yıl sonra bir Ermeni öldürülünce herkesin aniden "Ermeni arkadaşları da" oluveriyordu. 
92 yıl öncesiyle hesaplaşmayan, hiç içi sızlamayan, atalarının ellerinin ve ruhlarının ne kadar temiz olduğuna inanmış bir halk "Ermenilerden kalma" evlerinde oturmuş, tv'den gelen bu parazitli "hepimiz Ermeniyiz" sloganına o kadar da değil tepkisi veriyor; damarlarında akan asil kan dolayısıyla gene de pek umursamıyordu. çünkü görev 92 yıl önce büyük ölçüde başarılmıştı. ve Hrant Dink'in hatalı varsayımı da buraya uzanıyordu. geçmişteki kötü hikayeyi unutmak istemiş, ket vurmaya çalışmış ama hikaye gene de gelip kendisini bulmuştu. çünkü Ermeni olduğu bilinen dolayısıyla da hedef gösterilebilen bir kişiydi. ama karşısındakiler 92 yıl öncesini uyku tutmayan gecelerin sonunda unutmaya çalışmak bir yana anımsamıyordu bile. üstelik diaspora ya da tece basınında eş anlamlısı gibi kullanılan ASALA dışında kimse bu necip millete nasıl unutabildiğini belki de bu hiç bir şey hatırlamayanların bizzat atalarının ermeni halkını bizzat kendi elleriyle öldürmüş, kadınlarına tecavüz etmiş, yetimlerini devşirmiş, mallarına mülklerine el koymuş olabileceğini sormuyordu.      

hayır o ülkede necip millet vakur bir şekilde karınca bile ezmez olduğundan dem vuradursun; peşlerini ne dün, ne bugün, ne de gelecekte asla bırakmayacak olan tarihin derinliklerinden sıyrılarak gelen ve sayıları bir elin parmaklarından çok; bir elin parmakları çarpı milyonlar olan farklı halklardan zombieler tam tersini haykırıyor. çoğunun bir mezarı bile yok; hani ulusal marşlarının içinde geçen mısra üzere “geçtiğin yerleri toprak diyerek geçme düşün altında yatan binlerce kefensiz yatanı” diyorlar ya zombieler de toplu mezarlarından, Kemah boğazlarından, Deir el Zor çöllerinden sesleniyorlar en az “üç tarafı denizlerle çevrili güzel yurdun” denizlerine boğulsunlar diye atılanlar kadar.

  
türk basınında köşelenen kimi Ermeni adlarına sahip kişilerin mevcut AKP savaş konseptine nasıl akıl ürettiklerini gördükçe aklıma tek bir ad geliyor. Ama zaten Ermeni diasporası denilince bile; kendi halkını katleden bugün de pişkince “şanlı tarihimiz” diye sırıtanlara biat ettiklerinden; hemen eleştirmeye hazırlanan o zatlara Antranik Paşa söylerseniz ve eğer hala bayılmadılarsa tek yapacakları küfretmek olacaktır. İşte tam da bu noktada kendilerini katleden efendilere ruhlarını satan bu modern Faustlara Kürt Özgürlük Hareketine küfrediyorlar diye kızmayın hatta umursamayın bile; çünkü onlar kendi halklarına ve geçmişlerine bile korkuyla karışık bir düşmanlığa sahipler.
Şarkikarahisar’da (daha sonra bizzat tecenin atası tarafından adı belirsiz ve benzersiz şekilde şebinkarahisar olarak değiştirilen yer) babasına saldıran bir tırki’yi öldürdükten sonra, saklanmak için istanbul’a kaçan; gelecek kötü günlerin işaretlerinin belirdiği zamanlarda Ermeni halkının özsavunmasının örgütlenmesi için yaptığı propagandaya aldırış etmeyen hatta bu sesin kısılması için elinden geleni yapan o günlerin Markar E.’leri ya da Etyen M.’leri tarafından yalıtılsa da bildiğinden vazgeçmedi. özsavunmayı, gönüllü taburlarını örgütledi. osmanlı imparatorluğunun askeri şiddetine aynı sertlikte yanıt verdi. Cihangir Aga gibi Kürt kahramanlarıyla omuz omuza savaştı ya da kuşatmalardan Mela Mistefa Barzani tarafından kurtarıldı ve bütün bunların ötesinde sadece Ermenilere değil, Kürtlere de çok değerli bir miras bıraktı; ki bu miras kendisini birincisinden, yirmidokuzuncusuna Kürt isyanlarında ve Xoybûn’dan bugüne Kürt Özgürlük Hareketinde hep izini taşıdı.  


Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından anımsanması gereken bir Ermeni’nin ölümü değil yüzbinlerce Ermeni’nin boğazlandığı soykırımın bitmediğidir tıpkı geçen yılın 24 Nisan gecesi zorunlu askerlik hizmetini yaparken “kaza sonucu ölen” Sevag Şahin Balıkçı gibi. çünkü bu korkunç anılar; kimliği ve özgürlüğü için mücadele eden başka bir halka özsavunmasını gerçekleştirmesinin bir gereklilik ve bir zorunluluk olduğunun; bunu yapmadığı sürece halklar mezbahasının usta kasabının elinde can vermesinin sadece bir zaman meselesi olduğunun dersidir adeta. yok edilenlerin anılarının önünde saygıyla eğilmeli ve ama ürkek bir güvercin olmayı değil bedel ödemeyi iyi bildiği kadar bedel ödetmeyi de bilen bir şahin olmayı seçmeliyiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder